Dijital Çağda Tarih: Bilgiye Erişim mi, Bilgi Karmaşası mı?
Geçmişe dair öğrendiklerimiz, eskiden belli başlı kaynaklarla sınırlıydı. Şimdi ise durum bambaşka. İnternet sayesinde, herhangi bir olayın ya da yerin geçmişteki ve bugünkü hallerini kolayca karşılaştırabiliyor, konuyla ilgili sayısız farklı görüş ve bilgiyi anında edinebiliyoruz. Bilgiye ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı, adeta her şey elimizin altında.
Peki, bu sınırsız bilgi denizinde gerçekten daha mı bilgileniyoruz, yoksa kafa karışıklığından başka bir şeye yaramıyor mu? Sanırım bu soruyu sormanın tam zamanı. Gelin, dijitalleşmenin hayatımıza etkilerini, tüm artıları ve eksilerine bakalım.
İyi ki Var Dediğimiz Kısım: Dijitalleşmenin Artıları
Şunu kabul edelim, internetin tarih araştırmaları için getirdiği bazı şeyler gerçekten harika.
Kalıcı Belgeler: Kağıt tabanlı belgeler zamanla yıpranabilir, kaybolabilir veya zarar görebilir. Ancak bu belgelerin dijitalleştirilip internete yüklenmesi, onları adeta ölümsüzleştiriyor. Bu durum, kültürel mirasımızın korunması adına paha biçilmez bir adım.
Erişimde Eşitlik: Geçmişte önemli tarihi belgelere ulaşmak, belirli bir konumda olmak veya özel izinler almak gibi kısıtlamalar nedeniyle zordu. Artık internet sayesinde, dünyanın herhangi bir yerindeki bir araştırmacı, uzak bir kütüphanenin arşivlerine erişebilir hale geldi. Bu da bilgiye ulaşmada önemli bir fırsat eşitliği yaratıyor.
Gelişmiş Araştırma Yetenekleri: Kapsamlı bir arşivi baştan sona tek tek incelemek, hem çok zaman alıcı hem de yorucu bir iştir. Dijital araçlar sayesinde, bu arşivler saniyeler içinde taranabiliyor ve aranan belirli kelimeler veya isimler anında bulunabiliyor. Bu teknoloji, tarihçilerin daha önce fark edemedikleri bağlantıları ve detayları keşfetmelerine olanak tanıyarak adeta bir süper güç sağlıyor.
Gelelim İşin Can Sıkıcı Kısmına: Riskler ve Tehlikeler
Tabii bu durumun pek konuşulmayan, olumsuz bir tarafı da var.
Hazır Bilgi Tuzağı: Bence en büyük sorun bu. Bir konuyu gerçekten öğrenip kendi cümlelerimizle ifade etmek yerine, internette bulduğumuz ilk bilgiyi kopyalayıp yapıştırmak çok daha cazip geliyor. Bu da bizi düşünen değil, sadece bilgiyi bir yerden bir yere aktaran "depolama cihazları" haline getiriyor.
Somut Deneyimin Eksikliği: Eski bir belgeye dokunmanın, yıpranmış bir fotoğrafın arkasındaki el yazısını görmenin kendine özgü bir hissi var. Ekranda gördüğümüz dijital görüntüler bize bilgiyi verse de, o "yaşanmışlık" duygusunu tam olarak yansıtamıyor. Bazen en önemli ipuçları da bu küçük, fiziksel detaylarda saklıdır.
Bilgi Karmaşasında Boğulmak: İnternet bazen devasa bir kütüphaneye benziyor, evet, ama aynı zamanda devasa bir çöplük ve ikisi tamamen iç içe. Güvenilir bir akademik site ile tamamen yanlış bilgilerin olduğu bir sayfa aynı arama sonuçlarında karşımıza çıkabiliyor. Bu karmaşanın içinde doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak gerçekten zorlayıcı olabiliyor.
Yani Demem O Ki... Olay Aslında Bizde Bitiyor
Bu konuyu düşündükçe şunu anladım: Asıl mesele ne internet, ne de eski kitaplar. Asıl mesele biziz. Dijitalleşme bize daha önce hiç görmediğimiz kadar güçlü bir araç sunuyor. Bu aracı nasıl kullanacağımız ise tamamen bizim elimizde.
Bizim görevimiz, karşımıza çıkan her bilgiye hemen inanmak yerine sorgulamak. "Bu bilgi doğru mu?", "Bu yazan güvenilir mi?" diye sormak ve ekranda gördüğümüz şeyin, büyük resmin sadece küçük bir parçası olabileceğini unutmamak. Sonuçta, en iyi teknoloji bile meraklı ve düşünen bir insanın yerini tutamaz.
Üç Farklı Pencereden Son Bakış
Yazıyı bitirmeden önce, bu konuyla ilgili aklıma takılan üç farklı sözü de paylaşmak istedim. Hepsi farklı bir şey söylüyor ama bence tam da konuyu özetliyorlar.
Önce, ünlü bilim insanı Carl Sagan'ın sözü. Bence bu söz, internetteki bilgi çöplüğünde doğruyu bulma sorumluluğumuzun ne kadar önemli olduğunu tokat gibi yüzümüze vuruyor:
"Bilimin ne olduğunu bilmemekle, bilimin ne olduğunu iddia eden sahte bilgilere kanmak arasında kocaman bir okyanus var. Eğer doğruyu yanlıştan ayıramazsak, kanıtları değerlendiremezsek, o zaman bizler, en iddialı sahtekârların oyuncağı oluruz."
- Carl Sagan
Sonra Albert Einstein var. Onun korkusu ise teknolojinin bizi düşünmekten alıkoyması. Bu sözü yıllar önce söylemiş olmasına rağmen, sanki bugünkü 'kopyala-yapıştır' alışkanlığımızı görmüş gibi:
"Teknolojinin, insan etkileşiminin önüne geçtiği bir günün gelmesinden korkuyorum. O gün geldiğinde, dünyanın bir aptallar nesli olacak."
- Albert Einstein
Son söz de bir tarihçiden gelsin. E. H. Carr, tüm bu dijital imkanların ortasında asıl olayın ne olduğunu çok basit bir şekilde özetliyor: Tarih dediğin şey, geçmişle bizim aramızdaki bitmeyen bir sohbetmiş aslında.
"Tarih, tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmeyen bir diyalogdur."
- E. H. Carr
KAYNAKÇA
- https://evrimagaci.org/blog/dijitallesme-oncesi-tarih-arastirmalari-19243
- https://evrimagaci.org/blog/dijitallesmenin-tarih-yazma-ve-arastirmaya-etkisi-19099
- https://dergipark.org.tr/tr/pub/tarihyazimi/issue/55064/694997




1 yorum:
Teşekkürler
Yorum Gönder
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?